BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
*Sözcüğün
türü, görevi, işlevi, sorulduğunda sözcüğün isim mi, zarf mı, sıfat mı, zamir
mi, edat mı… olduğuna bakılacağını;
*Sözcüğün
yapısı sorulduğunda basit mi, türemiş mi, birleşik mi olduğuna bakılacağını;
*Sıfatların
isimlere, zarfların genellikle fiil ve fiilimsilere sorulan sorulara cevap
verdiğini Güzel yazı:( sıfat) Güzel
konuş: (zarf)
*Sıfatların
mutlaka ilgili olduğu isimden önce gelmesi gerektiğini (kötü insan: sıfat);(Ünvan
sıfatları hariç Ziya Paşa)
*Niteleme
sıfatlarının önündeki isim düşerse sıfatın adlaşmış sıfat olduğunu (kötü
insanlarla ) (kötülerle arkadaşlık yapmayın)
*İşaret, belgisiz, soru
anlamı taşıyan sözcükler isimle birlikte kullanılıyorsa ya da çekim eki
almıyorsa sıfat; tek başına kullanıyor ya da çekim eki almışsa zamir olduğunu
(bu
insanlar, bunlar; bazı belgelerde,
bazılarında ; hangi sorularda, hangilerinde)
*Yüklemi
ekeylem almış fiilimsiden oluşan cümlelerin isim cümlesi olduğunu (tek amacım,
sizleri gelecekte iyi yerlerde görmektir.)
*İsmin
-e , -de , -den hal ekleriyle biten öğelerin genellikle dolaylı tümleç
olduğunu, ismin -i haliyle biten öğenin her zaman belirtili nesne olduğunu, 3.
Tekil iyelik ekiyle (-(s) i) biten öğenin özne olduğunu (yolda gördüm: d.t. )
(bahçeyi gezdim: b.n.) (babası geldi: öz.);
*-den
ekiyle biten öğe cümleye bir sebep anlamı katarsa o öğenin zarf tümleci
olduğunu (hastalandığından gelemedi: z.t.);
*-de
ve -den çekim eklerinin sıfat tamlaması kurduklarında yapım eki özelliğini
kazandığını (sıradan insanlar, candan arkadaşım, gözde öğrenci: önündeki isme
“nasıl” sorusunu yöneltebiliyoruz öyleyse altı çizili ekler sıfat yapmıştır ve
bu yüzden artık yapım ekidir.);
*İyelik
eklerinin bir ismin sonuna gelerek onun kime ait olduğunu bildirdiğini, iyelik
eklerini daha kolay bulabilmek için ismin başına “benim, senin, onun, bizim,
sizin, onların” getirebileceğimizi (kitabım, yavrusu…);
*İyelik
eki almış bir isimin başında iyelik zamiri (benim, senin, onun…)
kullanılmamışsa bunların tamamının “tamlayanı düşmüş isim tamlaması” olduğunu (pantolonum, annesi…);
*Her
-im ekinin aynı ek olmadığını
*telefonum
nerede? :1.tekil iyelik eki “benim
telefonum”,
*çok
iyiyim: ekfiilin geniş zamanı; çünkü isme gelmiş ve onu yüklem yapmıştır,
*bizim
çocuklarımız: tamlayan eki,
*ölümden
korkma: fiilden isim yapım eki
*yanına
geleceğim: şahıs ekidir, bütün şahıs ekleri mutlaka kip ekinden sonra gelir);
*İsim
(ad) tamlamalarında ilk sözcüğe tamlayan ikinci sözcüğe tamlanan dendiğini
(yüreğinin sesi);
tamlayan tamlanan
*İsim
tamlamalarında tamlayanla tamlananların yer değiştirebileceğini
(
İçini çıkarmış bütün ekmeklerin .)
tamlanan
tamlayan
*Belirtili
isim tamlamalarında her iki unsurun da ek aldığını ve tamlanana “neyin, kimin”
sorularını yöneltebildiğimizi (bahçenin kapısı : neyin kapısı?)
*Belirtisiz
isim tamlamalarında sadece tamlananın 3.tekil kişi iyelik eki aldığını
tamlayanın hiçbir ek almadığını ve hem daha kolay bulabilmek hem de sıfat
tamlamalarıyla karıştırmamak için tamlanana “ne” sorusunu sorduğumuzu (bahçe
kapısı: ne kapısı?);
*Belirtili
ad tamlamalarında araya sıfatların girebileceğini ya da tamlayanın sıfatlarla
nitelenebileceğini (Sütçü İmam’ın kahraman torunları);
-in
tamlayan ekinin yerine bazen -den ekinin de kullanılabileceğini
(aşağıdakilerden hangisi…);
*Takısız
isim tamlamalarında iki unsurun da ek almadığını, tamlananın neye benzediğini
ya da neyden yapıldığını, ayrıca sıfat tamlamalarıyla karıştırmamak için araya
“den” ya da “gibi” getirmemiz gerektiğini (altın (dan) yüzük, ipek (gibi) saç)
*Takısız
isim tamlamalarıyla niteleme sıfatlarını birbiriyle karıştırmayın, niteleme
sıfatlarının arasına “gibi” “den” getiremezsiniz. (yorgun adam: sıfat tamlaması
);
*Bir
sıfatın birden çok adı niteleyebileceğini (yeni ev ve araba);
*Bir
ismin birden çok sıfatının olabileceğini (zeki, çalışkan, dürüst, bir
öğrenciydi);
*Kurallı
birleşik sıfatların , -lı, -li eki almış sıfat tamlamalarının ismi
nitelemesiyle ve sıfat tamlamasında isimle sıfatın yer değiştirmesi ve isme
getirilen 3. tekil kişi iyelik ekini almış söz grubunun ismi nitelemesiyle
oluştuğunu (uzun saç: sıfat tamlaması - uzun saçlı erkek: birleşik sıfat; bozuk
yol: sıfat tamlaması - yolu bozuk köy: birleşik sıfat);
*Belirtisiz
isim tamlamalarının da sıfat olarak kullanılabileceğini (altın sarısı saç);
*Zamirlerle
de isim tamlaması kurulabileceğini (benim üniversitelerim, senin dünyan, kendi
insanlarımız, kimin nesi)
*Geçişli
fiillerin yani neyi, kimi sorularını yöneltebildiğimiz fiillerin kılış fiili
(atmak, delmek, açmak),
*Bir
hareket bildiren, geçişsiz olan ve hareketin kişinin kendi isteğiyle
gerçekleştiğini ifade eden fiillere durum fiili (yürümek, güldü, oturmuş)
*Bir
hareket bildirmeyen, eylemin kişinin kendi isteği dışında gerçekleştiğini ifade
eden ve geçişsiz olan fiillere oluş fiili (kararmak, sararmak, solmak, büyümek)
dendiğini;
*Fiil
kiplerinin haber kipleri (-di, -miş, -yor, -ecek , -ar, -mez) ve dilek kipleri
(-se/sa, -e, -a ,-malı, emir ekleri) olmak üzere ikiye ayrıldığını;
*Basit
zamanlı fiillerin tek; birleşik zamanlı fiillerin iki kip eki aldığını (gelmiş:
basit zamanlı - gelmişti: birleşik zamanlı)
*Bir
fiil birleşik zamanlı ise orada mutlaka bir ekfiilin olduğunu çalışmalıymışım -
çalışmalı imişim);
*Bir
cümlede eğer isim soylu bir sözcük yüklem olmuşsa orada mutlaka bir ekfiilin
olduğunu (sınıf temizmiş, her şeyim sensin, bu yaptıklarım senin içindi, o da
iyidir.);
*Fiil
çatısı denince, fiillerin özne ve nesneye göre aldığı durumun sorulduğunu;
*Öznesine
göre fiil çatısının etken, edilgen, dönüşlü, işteş olarak dört grupta
incelendiğini;
*Bir
fiilin edilgen olabilmesi için mutlaka -l ,-n çatı eklerini alması gerektiğini
ve öznesinin (eylemi yapanın) belli olmaması gerektiğini (sokaklar
temizle-n-di) (kim tarafından temizlendi? Cevap yok)
*Bir
fiil edilgen çatılı ise öznesi mutlaka sözde öznedir. (çaylar içi-l-di )
(çaylar: sözde öznedir)
*Bir
fiilin dönüşlü olabilmesi için -l, -n çatı eklerinden birini alması, öznenin
belli olması ve kendi kendine olma anlamı vermesi gerektiğini (kadın aynanın
karşısında süsle-n-di ) (kadın: gerçek özne)
*Bir
fiilin işteş çatılı olabilmesi için “-iş”
çatı ekini mutlaka alması, öznenin en az iki kişi olması ve eylemin
birlikte ya da karşılıklı yapılma anlamı vermesi gerektiğini (çocuklar
döv-üş-tü: karşılıklı - kadınlar gül-üş-tü: birlikte);
*Etken
fiillerin öznesinin belli olduğunu yani öznesinin gerçek olduğunu ve -l, -n ,-ş
çatı eklerinden birini almaması gerektiğini (çocukları dövdü)
*Fiillerin
nesnesine göre “geçişli, geçişsiz, oldurgan, ettirgen” olduğunu,
*Bir
fiillin başına “onu” zamirini getirebiliyorsak o fiilin geçişli, getiremiyorsak
geçişsiz olduğunu (“sevdi” geçişli bir fiildir; çünkü “onu sevdi” diyebiliriz.)
(“oturdu” geçişsiz bir fiildir çünkü “onu oturdu” diyemiyoruz. Yani geçişliler
nesne alabilirken geçişsizler alamıyor);
*Geçişsiz
bir fiilin -r , -t , -tır ekleriyle geçişli yapılabileceğini ve geçişsizken
geçişli yapılan bu fiillere oldurgan fiil dendiğini (adamı öl-dür-dü)
*Geçişli
fiillerin -t, -tır, -r ekleriyle yeniden geçişli yapılarak geçişlilik
derecesinin artırılabileceğini ve bu tür fiillere “ettirgen” çatılı fiiller
dendiğini (bir de kitap al-dır-dı);
*Sıfat
fiil, zarf fiil ve isim fiil eklerinin üçüne birden fiilimsi (eylemsi)
dendiğini
(sıfatfiil
ekleri: -an, -ası, -mez, -ar, -dik, -ecek, -miş)
(zarf
fiil ekleri: -arak, -ıp ,-madan, -ınca, -dıkça ,-dığında…)
(isim
fiil ekleri: -ma, -ış, -mak);
*Her -mez,
-ar,-dik,-ecek ,-miş eklerinin sıfat fiil olmadığını, sıfat fiil olabilmesi
için genellikle sıfat tamlaması kurması gerektiğini, söz konusu ekler eğer
temel cümlede fiili yüklem yapmışsa zaman ekleri olduğunu (Geçmiş günleri yâd
ettik: sıfat fiil eki) (Günler ne çabuk geçmiş: geçmiş zaman eki)
*Bir
cümlede kaç tane fiilimsi varsa o kadar yan cümle olduğunu (bir gülüşün ölmem
için yetecek: iki fiilimsi eki olduğu için iki yan cümle vardır.);
*Bir
cümlede eğer fiilimsi varsa o cümlenin girişik birleşik bir cümle olduğunu ve
cümle yapısına göre sorulursa önce şıklarda fiilimsi olup olmadığına
bakacağımızı
(gülerek
yanıma geldi: girişik birleşik bir cümledir; çünkü –erek fiilimsi ekini
almıştır.);
*Birleşik
fiillerin iki fiilin birleşmesinden (öpüver, bakakaldı, yapabildi…), bir isimle
bir yardımcı fiilin birleşmesinden (mutlu olmak, fark etmek, emretmek, etkili
kılmak…) ya da deyimin cümlede yüklem olmasıyla (baltayı taşa vurdu)
oluştuğunu;
*Fiil
kipinde anlam kaymasının bir zaman ekinin ya da dilek kipinin bir başka zaman
eki ya da dilek kipi yerine kullanılması olduğunu (sabahları yürüyorum
(yürürüm), Nasrettin Hoca eşeğe ters biner (binmiş));
*Yapım
eki almamış sözcüklerin basit (geldi, çaylar, seviyorum…), yapım eki almış
sözcüklerin türemiş (taşlık, ışık, sevgi…) olduğunu;
*Yapım eklerinin sözcüğün anlamını ve türünü değiştirdiğini (uç-ak, göz-lük, çiz-gi)
*Çekim
eklerinin sözcüğün anlamını ve türünü değiştirmediğini, adlara gelen çekim
eklerinin durum ekleri, iyelik ekleri, çoğul eki, tamlayan eki; fiile gelen
çekim eklerinin ise kip ve şahıs ekleri olduğunu;
*İkili
kökün (ortak kök, kökteş) anlam değişikliği olmadan hem isim, hem fiil kökü
olarak kullanılabilen kökler olduğunu
(boya aldım: isim) (evi boyamış: fiil ), “ortak köklü” sözcüklerle “sesteş, eşsesli” sözcüklerin
farklı olduğunu, sesteş sözcükler arasındaki ses benzerliğinin tesadüfî
olduğunu ve aralarında hiçbir anlamsal bağ olmadığını oysa ortak köklü sözcüklerde
anlamsal bağ olduğunu (gül: “gül.” dedi bülbüle: bu cümlede geçen ilk “gül”
sözcüğü isimdir, ikincisi ise fiildir; dikkat ettiyseniz aralarında hiçbir
anlamsal bağ yoktur, öyleyse bunlar sesteştir.);
*İkilemelerin
ve edat öbeklerinin de sıfat, zarf, isim olarak kullanılabileceğini (çocuk gibi
ağlıyordu: edat öbeği zarftır. Deste deste para: ikileme sıfat görevindedir);
*Cümle
öğelerine ayrılırken önce yüklemin tam ve doğru olarak bulunması ve hemen
ardından yükleme “kim, ne” sorularını yönelterek öznenin bulunması gerektiğini,
özne bulunmadan nesnenin bulunmaması gerektiğini;
*Cümlenin öğeleri bulunurken isim tamlamalarının, sıfat tamlamalarının, deyimlerin, ikilemelerin, birleşik sözcüklerin bölünemeyeceğini;
*Anlatım
bozukluğu sorularında;
A)
Cümlenin dil bilgisi kurallarına uygun olup olmadığına,
B)
Ortak öğelerden kaynaklanan bir yanlışlığın olup olmadığına,
C)
Tamlama yanlışlarına,
D)
Yan cümlenin yüklemi ile asıl yüklemin çatı uyumuna,
E)
Sözcüğün cümlede doğru yerde kullanılıp kullanılmadığına,
F)
Bir sözcüğün yanlış anlamda kullanılıp kullanılmadığına,
G)
Sözcükler ya da düşünceler arasındaki anlam çelişkisine,
H)
Cümlenin duru, akıcı, açık olup olmadığına ve gereksiz sözcük olup olmadığına,
İ)
Özne- yüklem uyumuna bakılacağını;
*Duru
cümlenin içinde gereksiz sözcük bulunmayan cümle olduğunu
*Akıcı
cümlenin kolay okunur, anlaşılır bir cümle olduğunu
*Yalın
cümlenin söz sanatlarından arınmış cümle olduğunu
*Ara
sözlerin iki virgül, iki kısa çizgi ya da iki parantez arasında söylenen açıklama
niteliğinde bir söz olduğunu ve ara sözün cümleden çıkartıldığında cümlenin
anlamının bozulmadığını (Ayşe, evin en büyük olanı, dün gelin oldu.);
*Ara
sözün görevi sorulduğunda aslında cümlenin hangi öğesini oluşturduğunun
sorulduğu (yukarıdaki cümlede ara söz özne görevindedir.);
*Eksiltili
cümlenin yüklemi söylenmemiş cümle olduğunu (karşımıza birdenbire çıkıveren bir
deniz…);
*Cümlenin
kuruluşuna (dizilişine) göre ya kurallı (düz) ya da kuralsız (devrik) olduğunu,
yüklemi sondaysa kurallı, sonda değilse devrik olduğunu (yarın size geleceğim:
kurallı)
(yarın
geleceğim size: devrik)
*Bir
cümlenin yükleminde, “-me, -ma, -mez, -maz, -sız, -siz ekleri ya da “yok”,
“değil” sözcükler varsa o cümlenin olumsuz bir cümle olduğunu;
*Sözcüklerin
yanlış yazılmasının, sözcüklere getirilen eklerin yanlış olmasının yazım
yanlışı olduğunu;
*Özel
isimlerin hepsinin büyük harfle başlaması gerektiği; aksi takdirde bir yazım
yanlışlığı yapılmış olacağını (yaban, milliyet gazetesi, karabaş, meydan
mahallesi, kenan)
*“f,
s, t, k, ç, ş, h, p” sert ünsüzleriyle biten bir sözcüğe “c, d, g” yumuşak
ünsüzüyle başlayan bir ek getirildiğinde bu ünsüzler eğer “ç, t, k”ye
dönüştürülmezse orada bir yazım yanlışı yapılmış olacağını ve bu dönüşümden
sonraki ses olayına ünsüz benzeşmesi (sertleşmesi) dendiğini (kitapcı: yanlış -
kitapçı: doğru ve aynı zamanda bir ünsüz benzeşmesi vardır)
*“p,
ç, t, k” sert ünsüzlerle biten kelimelere ünlüyle başlayan bir ek
getirildiğinde bu ünsüzlerin yumuşadığını buna da ünsüz yumuşaması dendiğini,
özel isimlerde bu yumuşamanın olmadığını (ağaç-ı - ağacı, Zonguldak’ı )
*Özel
adlara, sayılara, kısaltmalara getirilen çekim eklerinin kesme işaretiyle
ayrılması gerektiğini; aksi takdirde bir yazım yanlışlığı yapılmış olacağını
(Ayşe’yi, Tdk’nin, 5’te)
*Bağlaç
olan “de, da”nın ayrı yazıldığını, kesinlikle “te, ta” biçimi olmadığını,
cümleden çıkartıp cümleyi yeniden okuduğumuzda cümlenin yapısının bozulmadığını (Sana kitap da alacağım.) ;
*Özel
isimden sonra gelen “de, da” bağlacının kesinlikle kesme işaretiyle ayrılmayacağını
(Sizinle Ahmet de gelecekti.);
*“ki”nin
çekimli bir fiilden sonra geliyorsa bağlaç olduğunu ve mutlaka ayrı yazılması
gerektiğini (duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini)
*“ki”
eklendiği isimi sıfat yapmışsa yani önündeki isme “hangi” sorusunu yöneltebiliyorsak o -ki’nin sıfat yapan “-ki” olduğunu, sıfat
yapan -ki’lerin genellikle “-da, -de” ekinden sonra geldiğini ve bitişik
yazıldığını (duvardaki resim: hangi resim; üzerindeki elbise: hangi elbise?);
*“ki”
eğer bir ismin yerini tutmuşsa ve “ki” den sonra “ler” çokluk ekini
getirebiliyorsak o “ki”nin ilgi zamiri olduğunu ve bitişik yazılması
gerektiğini (seninki geliyor - seninkiler geliyor);
*“mi” soru edatının her zaman ayrı yazıldığını, hangi öğeden sonra geliyorsa o öğeyi buldurmaya yönelik olduğunu, -ma, -me olumsuzluk ekinin darlaşmış biçimiyle karıştırmamak gerektiğini (siz mi geleceksiniz?: soru ekidir ve özneden sonra geldiği için özneyi buldurmaya yöneliktir.)
*(beni niçin dinlemiyor? Burada -me olumsuzluk ekinin darlaşmış biçimidir ve bitişik yazılmalıdır.)
*Büyük
ünlü uyumuna “kalınlık - incelik uyumu”, küçük ünlü uyumuna ise “düzlük -
yuvarlaklık uyumu” dendiğini;
*Büyük
ünlü uyumuna uymama nedeni farklıdır,diye sorulduğunda kökte uymayan,aldığı ek
nedeniyle uymayan,ses değişikliği nedeniyle uymayanlar sorulduğunu;
*İçinde
cümleyi kuran kişinin yorumu, beğenisi olmayan, herkesçe kabul edilen
yargıların “nesnel”; kişinin kendi beğenisini, yorumunu dile getiren ve
kanıtlanamayan yargılara ise “öznel” dendiğini (Dünyanın en uzun nehri nil nehridir:
nesnel ) (Nil’i seyretmeye doyum olmaz: öznel )
*Bir
sanatçının anlatım biçimiyle ilgili cümlelere üslup cümlesi dendiğini ,cümlede
dil ve anlatım kelimerinin geçmesinin üslup cümlesiyle olduğunu
kanıtladığını,buna biçem de denildiğini (Yazar, bu romanında uzun cümleler
kullanmış, yöre insanının konuşma dilinden yararlanmıştır.);
*“Dolaylı
anlatım”la “dolaylama”nın farklı kavramlar olduğunu;
*Birinin
cümlesini hiç değiştirmeden kendi cümlemiz içinde aktarmaya “doğrudan anlatım”,
birinin sözünü kendi cümlemiz içinde eriterek, az çok değiştirerek vermeye
“dolaylı anlatım” dendiğini (Öğretmenim: “Bu olmamış.” dedi. -doğrudan anlatım)
(Öğretmenim bunun olmadığını söyledi. - dolaylı anlatım) Bu olmamış,dedi.
*Tek
bir sözcükle anlatılabilecek bir sözcüğün birden çok sözcükle
anlatılmasına “dolaylama” dendiğini (Bu
yıl bacasız sanayinin yüzleri güldüreceği söyleniyor: turizm kastedilmiş)
*“için”
edatının “-mek için” şeklinde kullanıldığında “amaç- sonuç”; “-dığı için”
şeklinde kullanıldığında “ neden - sonuç” bildirdiğini (seni görmek için geldim: amaç-sonuç)
(çalışmadığı
için kazanamadı: neden- sonuç);
*ile
yerine ve getirildiğinde anlamlıysa bağlaç anlamsızsa edat olduğunu;
*Belgisiz
zamir ve sıfatların iki sözcükten oluştuğu durumlarda bitişik yazılması
gerektiğini (birkaç insan, biraz sevgi, birtakım medya…);
*“etmek,
olmak” yardımcı fiilleriyle oluşmuş birleşik fiillerde isim unsurunda bir ünlü
düşmesi ya da ünsüz türemesi olmuşsa bitişik, olmamışsa ayrı yazılması
gerektiğini
(reddetmek,
emretmek, terk etmek);
*Birleşik
fiillerde isim unsuru tek başına kullanılamıyorsa düşüm olmasa dahi bitişik
yazılması gerektiğini (defetmek, defol, vazgeçmek…);
*Ünlü
daralması sorulunca önce -yor ekini arayacağımızı kelimeden -yor’u çıkartınca
daralma olup olmadığını anlayabileceğimizi, daralma olabilmesi için mutlaka
-yor ekinin olması gerektiği; ancak her -yor ekinin olduğu yerde daralma
olmayabileceğini (bekliyor - bekle-yor: ünlü daralması var) (seviyor -
sev-iyor: daralma yok);
*Dilimizde
sadece “de-” ve “ye-” fiillerinde -yor eki olmadan da daralma olabileceğini.
(diye, yiyecek);
*Nokta,soru
işareti ve ünlemden sonra büyük harfle başlanacağını;
*Virgül
ve noktalı virgülden sonra gelen sözcüklerin -özel isim değilse- küçük harfle,
diğer noktalama işaretlerinden sonra gelen sözcüklerin büyük harfle başlaması
gerektiğini (kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik; ancak çok
basit bir sanatı unuttuk: insanca yaşamayı…)
*Sıfat
ve isim tamlamalarında tamlayanla tamlananın arasına virgül getirmenin bir
noktalama yanlışlığı olduğunu; Yolun ortası,kenarı
*-ip,
-ıp, -up, -üp bağ fiil (zarf fiil) ekini almış fiillerden sonra virgül
getirilemeyeceğini (kitaplarını alıp, çıktı);
*“mademki,
halbuki, sanki, oysaki halbuki çünkü” sözcüklerinden sonra gelen “ki”lerin
bağlaç olduğu halde kalıplaştığı için bitişik yazılması gerektiğini;
*Dilimizde
üç ayrı türde “o” sözcüğünün olduğunu;
*“o”
sözcüğü, bir ismin önüne gelir ve önündeki isme “hangi” sorusunu
yöneltebilirsek buradaki “o”nun işaret sıfatı olduğunu (o insanlarla konuşma)
(hangi insanlar?)
*“o”
sözcüğünden sonra -lar ekini getirebiliyorsak buradaki “o”nun zamir olduğunu,
bu zamirin eğer bir insanın yerini tutarsa “şahıs zamiri”, insan dışı bir
varlığın yerini tutarsa “işaret zamiri” olduğunu (onlar mı söyledi? - Şahıs zamiri)
(o çok acı olmuş. - işaret zamiri)
*“niçin”
sözcüğünün her zaman soru zarfı olduğunu, niçin anlamında kullanılan “ne,
neden, niye, ne diye” sözcüklerinin de soru zarfı olduğunu;
*Türkçede
soru zarfı, soru zamiri, soru sıfatı ve bağlaç olmak üzere dört çeşit “ne”
olduğunu,
A)
“ne” sözcüğü “niçin” anlamında kullanılmışsa soru zarfıdır. (yüzüme ne bakıp
duruyorsun?)
B)
Önündeki ismi belirtmişse, yani önündeki isme “hangi” sorusunu
yöneltebiliyorsak “soru sıfatıdır.” (ne
tür romanlardan hoşlanırsın?) (hangi tür)
C)
Bir ismin yerini tutmuşsa yani “ne” den sonra “ler” ekini getirebiliyorsak
“soru zamiridir.” (bana ne(ler) aldın?)
D)
Bağlaç olan “ne” ise sözcük ya da sözcük gruplarını birbirine bağlar,“ne… ne”
olarak kullanılabilir, cümleye olumsuzluk anlamı katar. (ne ders çalışıyor ne
okula gidiyor)
Not:
Bir cümlede “ne… ne” bağlacı
kullanılmışsa yüklem olumsuzluk eki almamalıdır; aksi taktirde bir anlatım
bozukluğu yapılmış olur.
*“en”
sözcüğünün birkaç istisnası dışında cümlede her zaman zarf olduğunu; (içimizden
en adamı oydu: burada “en” sıfattır.) (en güzel şarkıyı o söylerdi: burada “en”
sıfatın zarfıdır);
*Cümledeki
yargı sayısının, çekimli eylemlerin, eylemsilerin ve ekeylem alarak yüklem
olmuş ad soylu sözcüklerin toplamı olduğunu (bir şiir istersin içinde
benzetmeler olan, kusura bakma sevgilim heybemde sana benzeyecek kadar güzel
bir şey yok) (bu dizelerde altı çizili
sözcük ya da sözcükler birer yargıdır dolayısıyla burada toplam altı yargı
vardır);
*“Betimlemenin
(tasvir etme)”, gözlemlerin okurun gözü
önünde canlanacak biçimde olması
gerektiğini, bu anlatım biçiminde niteleme sıfatlarının, durum zarflarının
çokça kullanıldığını, bir yerin ya da bir kişinin genellikle dış görünüşünün
anlatıldığını, hareketin olmadığını, kısaca betimlemenin sözcüklerle resim
çizme işi olduğunu;
(Adamın
üzerinde açık mavi bir pardösü vardı. Kirli ve biraz da eski bu pardösünün
üzerindeki açık kırmızı ve temiz atkı bir çelişki gibi görünüyordu.)
*“Öykülemede”
ise bir olay, bir hareket olduğunu (öğretmen sınıfa girdi, defteri imzaladı,
yerinden kalkarak dersi anlatmaya başladı...);
*“Açıklamada”
yazarın asıl amacının okuyucuyu bilgi vermek olduğunu,ders kitapları ve
ansiklopedilerdeki parçalardan alındığını;
*“Tartışmada”
ise yazarın okuyucunun var olan bilgilerini değiştirmeye çalıştığını, kökleşmiş
bir düşünceye karşı çıktığını ve okuyucuya kendi düşüncesini kabul ettirmeye
çalıştığını (Bizde şiir kesinlikle çevrilemez görüşü hâkimdir. Bugün gidin
yazın alanında gelişmiş toplumların yazın tarihine bakın, sanatçıların önce bu
işe çeviriyle başladığını görürsünüz. Ayrıca orijinalinden daha güzel
çevirileri göreceksiniz orada. Bu da şiirin çevrilebileceğinin bir kanıtı değil
midir?)
*“Örnekleme”nin
sözü edilen soyut bir düşüncenin kafamızda daha iyi canlanması,
somutlaştırılması için başvurulan bir düşünceyi geliştirme yöntemi olduğunu;
*Tanık
göstermenin ise doğrudan alıntı olmadan
yapılamayacağını, yazarın düşüncesini daha inandırıcı kılmak için sözünü ettiği
konuda, alanında uzman birinin sözünü tırnak içerisinde olduğu gibi alma
olduğunu öğrenmiş miydiniz?